Maziye şöyle bir bakış atınca hatırladım ki eskiden biz mahallede futbol oynardık. O zamanlar şimdilerdeki gibi her yerler bina değildi. Yeşillik idi, çayır idi, çimen idi… Halı sahalar da bu kadar yaygın değildi. Onun için iki taştan kale yaptığımız, çimenlik bulduğumuz yerde oynayıp fantaziler kurduğumuz eğer yoksa evin önündeki yolda kağuşlandığımız günleri hatırladım bir anda. Şimdiki ukala veletler bilmez bunları.

Maç var dendiği zaman yer yerinden oynardı. Kadrolar itina ile seçilirdi ki tarafların gücü eşit olsun. Önce herkes saha denilen yerin ortasında toplanırdı. Bir de öküzümsü abiler vardı. Bunlar futboldan başka herşeyi oynayan fakat futboldan anlamayan tombul tiplerdi. Sadece vücut gücünü kullanabilmekteydiler. Büyük ihtimalle o abiden bir de karşı takımda bulunurdu. Bunlar birbirine zıt karakterde olan ve hiç işi gücü bulunmayan kişicanlardı. Genelde takımı da bunlar kurardı. Eğer kadroda eksik varsa hemen dişicanlardan takviye yapılırdı.

Maç başladığında sahadaki herkes o büyük abilerin arkasında koşardı. Sanki futbol değil de bir yeri fethetmeye gidermişcesine koşulurdu. O zamanlar futbolun kuralı alan sınırlamasından dolayı değişikti. Üç korner bir penaltıydı. Gol olduğu zaman çok sevinilirdi, gol yenildiğindeyse kabahat hep bana atılırdı 😀 Ben olmazsam kaleciye…

O büyük abilere ayrıca hiç faul yapılmazdı. Yaptığınız zaman bir ayı homurdaması ile karşılaşılırdı. Bu abiler topa vurunca sağ tarafa göndermek istediği top sol tarafa giderdi. Ya da topa çok sert vurdukları ve “ölümüne” oynadıkları için kaleyi bulan şutlar kaleciyi de içeri alarak gol olurdu. Bu durumda bütün takım oyuncuları çaresiz olurdu.

Takımda bulunan dişican oyuncu bir biblo gibi sahayı süslerdi. Nazenin olduklarından onların önünde şut çekilmezdi. Birkaç tane dişican aynı anda oyunda olduğu zaman ise o oyunun asla tadı çıkmazdı. Bunların bir de saha kenarında duran pon pon versiyonu vardı ki tam evlere şenlik.

Bu maçların en güzel özelliği de bütün pozisyonların tartışmalı olmasıydı. “El var penaltı” söz grubu zihnime iyice yerleşmişti. Rakip ceza sahası içinde bile topa el ile değerseniz penaltı olurdu. “Kornel” diye tabir edilen aslı ise “korner” olan atışlardan ben hep kaçardım. Çünkü her an bir tarafımın kırılması muhtemeldi.  Plastik toplar da vardı, yol kenarındaki dikenlere gelince pıslayan vurunca nereye gittiği belli olmayan…

Maç sonunda yenilen tarafın oyuncuları yenen tarafın oyuncularını belli bir metrajda sırtında taşırdı. Olmadı kolasına bu muhteşem organizasyon yapılırdı. Eve dönünce de annemin “yine ne oldu bu dizine, neden kanadı, yine top mu oynadın” nidalarını duyardık. Ayrıca üstüm başım çok kirlenmişse direkt dayak moduna geçerdik. O zamanlar Omo’nun kirlenmek güzeldir felsefesi yoktu 🙂

Dediğim gibi şimdiki veletler bunları bilmez. Ahh ahh nerde o eski günler.

Author: Hamdi Yaman

1987 yılında gözlerimi açtığım şu küçük dünyada 2006 yılından bu yana blog yazıyorum. İnternet dünyasının bugünü ve yarını hakkında her zaman ilgili olmuşumdur.

4 comments

Şimdinin minicanları kınayt tabir edilen oyunlara takılıp o anları yaşıyamıycaklar. Eskiler “Hey gidi günler” dediğinde inanmazdım. Ama harbiden hey gidi günler. Neydi o balon gibi toplar. Hele birde kames geçtimi elimize adidas bulmuş gibi sevinirdik. Mahalle maçları sırasında ne maceralar yaşanırdı.

Bir cevap yazın

*