Askerlik de Bitti

Aylar sonra tekrar birlikteyiz. Bildiğiniz gibi Aralık ayında 343. dönem içerisinde kısa dönem olarak askerlik görevimi yerine getirmek için İstanbul’a gitmiştim. Haliyle bloguma hiç bakamadım. Şimdilerde sivil hayata alışma sorunu yaşasam da tez zamanda eski formuma ulaşabileceğimi tahmin ediyorum. Askerlik anıları oldukça fazla ve bunları yeri geldikçe sizlerle de paylaşacağım. Şimdilik siz takipçilerime bir merhaba demekle yetiniyorum. Görüşmek dileğiyle.

Vatani Görev Var Dediler Geldik

Uzun bir süredir yazamıyorum, işler, hazırlıklar buna engel oluyor. Hazırlık askerlik görevim için. Henüz gideceğim yer belli olmasa da 12 Aralık’ta birliğime katılacağım. Kısa dönem veya uzun dönem olacağı hakkında da bir bilgim yok ama bu görevi yapmaktan çok büyük zevk alacağım kesin. Allah herkese nasip etsin ve dualarınız silah altındaki tüm kardeşlerimle olsun. Tekrar kavuşmak ümidiyle… 343. Dönem

Kupon, Promosyon, Puan

Bir reklam çıkar karşımıza, bilmem kaç tane kupon biriktirene kocaman bir set bedava der reklamdaki kalın sesli abi. Gider salak gibi kuponları biriktiririz, günlerce itinayla zarfın içinde saklarız. Buluşma anı gelir, gidersin gazete bayisine, verirsin kuponları… O da ne öyle, kocaman set dedikleri şey aslında çocuk pipisi kadardır. Reklamlarda uzaya bile çıkan düdüklü tencere takımının aslında tıraş olurken veya ağda yaparken kullanılan hamam tası kadar küçük olduğunun farkına vararak farklı bir ızdırap yaşarız. Okumadan çöpe attığımız gazetelere mi yanalım giden paraya mı, harcanan emeğe mi?

Sonra aradan birkaç gün geçer, bir petrole girersin… Kasadaki dişican “efem bi kartımız var puan biriktiriyor” der. Dişicanın da güzelliği ile alırsın o kartı, her akaryakıt alacağında da mutlaka uğrarsın o petrole. Puanlar karınca gücüyle birikir zaten. Gün gelir katalog verirler ve seçersin hediyeni. Hava pompası seçmiştik biz, takıyorsun arabanın çakmağına, lastiğe falan bildiğin hava basıyor. Tabi bu bizim düşüncemizdi. Geldi hava pompamız, gittik denize, aldık deniz yatağımızı şişirelim diye o da ne çalışmıyor pomba. “Ih mıh” etsek de yemedi. Pompa gelen yere gönderildi, yenisi geldi o da aynı. Sonra tekrar gitti ve “bizim burda çalışıyor abi” dediler. Sonradan farkına vardık aslında o hava pompasının lastiğe hava basmak için değil bizim havamızı almamız için gönderildiğini. Çok şükür şimdi pompa değil de yerine akaryakıt veriyorlar. Hesapları saç inceliğinde yaptım, sanırım torunlarım bir depoyu ücretsiz doldururlar bir 50 yıl sonra.

Hemen ertesi gün bir de bankadan ararlar, Yunanları zaten hiç sevmem ama neyse. Işık hızında bir tonlamayla kart verelim, puan kazanın, başka kartlardan daha fazla puan veririz akaryakıtda, isterseniz kredi de veriyoruz diyorlar. Bunun anlamı; size kartı verelim, zaten kartınız varmış bir tane daha olsun iyice girsin. Puan veriyoruz ama yıllık ücretlerden, aidattan biz o verdiğimiz puanlardan fazlasını sizden alıyoruz, kredi veririz ebenizi s*keriz, biz bu şekilde her yıl ciddi kar elde ediyoruz demektir.

Zaman çok bozuk, herşeyi iyi hesaplamak lazım.

 

Biraz da Hayattan

Çok zaman olmuş kendimden birşeyler yazmayalı. Hep internetten yazmış durmuşuz. Gerçi Twitter gireli işin içine durumlar vahimleşti ama blogda yazmanın keyfini de 140 karakter vermiyor.  Bu süreçte tabi çok şeyler değişti bizde de…

Okulu bitirdim, diplomayı aldım. Hayalimdeki gibi henüz çerçeveletip asamadım ama zamanı gelince onu da yaparız. Şimdilik üniversitenin verdiği zarfın içinde sadece askerlik işlemlerinde lazım oldukça kullanılmak şartıyla duruyor. Askerlik için de müracatımızı yaptık kısmetse aralık ayında teker dönüyor.

Yazların sıcak ve kurak geçtiği Alanya’da Rus dişicanların ve sevgililerinin yaptıkları fikfiklerin özetlerini yazamadığımdan dolayı da çok üzgünüm. Gerçi bu yıl çok hareketli geçiyor ondan olsa gerek…

Bir itirafta bulunmam gerekirse bu yıl hiç iyi geçmiyor. 2011 yılını yaşanmamış saymak daha münasip olsa da henüz bitmdiği için ağzımı da açmak istemiyorum. Olaylar olaylar… Ama bir türlü de bitmek nedir bilmiyor pampişler.

Pampiş dedim de aklıma geldi, bu yıl o da moda oldu. Yok pampişler tuvaletteyim yok pampişler ambarın kapağı kıçıma girmeden önceki son fotoğrafım falan… Ne yani moda diye şimdi biz de mi yapalım? “Pırpırlar mutfaktayım” yazıp resmimi yüklersem ne olur ben bile tahmin edemiyorum. Ama ben eminim Bülent Ersoy da paylaşacak ve bu akıma noktayı koyacak.

Artık orda burda uyku üzerine kendinden geçmiş şekerleme yaparken “napıyon uyuyon mu len” diyenlere de çözümü buldum:”planking yapıyorum”.

Artık müziği gündüz saatlerinden ziyade gece saatlerinde dinlediğim de doğrudur. Geceler daha anlamlı ve derin oluyor. Hani sevgili muhabbetine filan hiç girmeyeyim çıkamayız.

Şehir Efsaneleri

O yaz akşamı elimde levyem ve ağzımdaki ağır sözlerle hesap sormaya gitmiştim daha önce ağladığı yere. Planımı yapmıştım; ağzımdan çıkacakları kulağım bile inanmadan terk edecektim ve yıllardır bildiğim şeyi yapmaya, seri cinayetlere devam edecektim.

Vardığımda beni bekliyordu. Beni karşıladı ve daha sakin bir yere geçmemiz için uyardı beni. Daha öncekilerden daha soğuk bir karşılamaydı bu ve çok şeyin ters gittiğini anlayabildiğim bir andı. Her zamanki gibi yine o başlamıştı konuşmaya ve ben de dinliyordum. Dakikalar ilerledikçe sabrım taşıyordu ama o gereken patlamayı bir türlü yapamıyordum. Onun söyleyecekleri bitmişti ve darağacındaki birinin son arzularını sorar gibi bakmıştı yüzüme. Artık geri dönüşü yoktu ve gerekenleri söylemiştim. O anda ne olduysa herşey farklı bir seyre büründü…  Planladığımın dışında işliyordu saat bile.  Bu kez öncekilerden çok farklıydı.

Bir hafta sonra…

Çok fırtınalı bir hayat yaşamış olacağım ki artık fırtına yerine dalga seslerini dinlemek istemiştim .Bir hafta olmuştu. Hayatım, aklımın bile almadığı bir şekilde düzene girmişti. İçimdeki kocaman yalnızlığım ve boşluğum yerini buz pateni yapan çiftlere bırakmıştı. Oysa ki daha yeni başlamıyorduk, daha önce de başlamış ve televiyon dizilerine bile taş çıkartacak iniş çıkışlar yaşamıştık. Bunun nedenini Roma’yı yaktığım zamanlarda sormuştum kendime; “sorun bende miydi?” cevaplıyordum da aynı zamanda:”hayır”. Peki “O’nda mıydı?” cevaplıyordum “yine hayır”. Olayın suçlusunu bulamadığımız için olmamıştı belki de… Bir hafta önceyse çok şey değişmişti, artık yokluğunun farkına daha rahat varabiliyordum.

Ellerim artık kurbanlarımı öldürmek yerine onun saçlarını okşamakla, gözlerim de ay ışıltısındaki gözlerine bakmakla yükümlüydü bundan sonra.

Şehir Efsaneleri

Seri Cinayetler

Artık elimdeydi, son bir arzusu olup olmadığını sordum. Birşey söylemese de gözlerimin içine bakışı çok şey istediğinin belirtisiydi. Uzun uzun o bana baktı ben de ona. Artık bu an bitmeli ve beni saatlerce peşinden koşturan elime düşen kurbanımın canını almalıydım ama bunu bir türlü gerçekleştiremiyordum. Bir an bana yaptıklarını gözümün önünde canlandırdım. Anlık bir hareketle suç aletimi kavrayıp beynine kuvvetli bir vuruş yaptım. Artık onun için hayatın sonu benim için bir rahatlama söz konusuydu. Soğukkanlı oluşum yine belirgindi ve çok hızlı hareketlerle cesedi bulunduğu yerden aldım ve ardımda iz bırakmamak için suç aletimi de kimsenin bulamayacağı bir yere attım. Hiç birşey olmamış gibi hemen olay yerini terk ettim ve birkaç saat sonra sevgilimle buluştum. Sanki o cinayeti ben işlememiştim, sanki hiç bir şey yaşamamıştım mazimde…

Son Sinekler: Anüsten uydurulmuş ama gerçeklik payı da olan hikayede sinek gerçektir ve anlamayanlar için; öldürülen bir sinektir.

Uydurma Hikaye:Roma

Sene, şimdi tam hatırlayamasam da çok eskiden daha bu internetler falan olmadığı, dumanla iletişim kurulan dönemlere yakın zamanlarda birkaç arkadaş dünya turuna çıktık. O zamanlar bu Roma kralının komşu ülkenin oğluyla fik fik yaptığı söylentileri de var ortalarda… Tabi biz hiç karışmıyoruz, yakışmaz sonuçta bize laf söylemek. Anası var bacısı var onlar söylesin diyerek efendiliğimize leke sürmeden gezmeye devam ettik. Tam bu Roma yakınlarından geçerken bizi görmüşler. Haber hemen yayılmış olacak ki bizi kalabalık bir ordu tutsak etti.

Tabi gençlik yıllarımız, deli çağlarımız bu vakitler. Hiç boş durmadık hemen zincirleri kırmaya çalışmalar, nezaret demirlerini eğmelerle öldürdük zamanı.  Bu kralın bir de bacısı vardı, çok güzeldi ama bir o kadar da kaşardı zilli. Gözümüzün önünde yapmadığı sulanma şekli kalmasa da yüz vermedik hiç birimiz. Neyse gelelim nezarete…

Günler geçti ve nezaretten kazdığımız tünel ile çıkmayı başardık. Başardık başarmasına da şimdiki San Siro stadyumunun arka tarafına çıktık. O zamanlar orada eğitimli ve donanımlı askerler nöbet tutuyordu. Yine yakaladılar bizi. Bu kez çok kızmıştık hepimiz. Ve bu iş böyle olmayacaktı.

Saatlerce süren beyin fırtınasından sonra Roma’yı yakmaya karar verdik. Planı çok organize yaptık ve tarih yazacağımızın da farkındaydık. Tüm detayları parçalar halinde bir bütüne dönüştürdük. Yap bozun tüm parçaları yerleştikten sonra harekete geçtik. Bugünkü adıyla Via Nazionale caddesindeki Burger King’in olduğu köşeden kral denen deyusun sarayına kadar her tarafı yaktık. Yaptığımız şeyin suç olduğunu biliyorduk ama pişman da değildik. Çünkü bizimle çok alay edilmişti, gerek yoktu bu kadar canımızı sıkmaya.

Arkadaşlarla Roma’yı yaktıktan sonra düşündük ve en hayırlısının kendi topraklarımıza dönüp yaşamak olduğunun farkına vardık. Ecnebi toprakları bize göre değildi…

Her Sabah Aynı Sıkıntı

Her sabah zorla da olsa uyanmayı başarmışken içimdeki gereksiz sıkıntıyı atmayı bir türlü başaramadım. Her günüm aynı dertle başlıyor. Acı çekiyorum. Annemin çığlıkları yankılanıyor hep kulaklarımda. Bugüne kadar bu sıkıntıyı çıkarmak için denemediğim yöntem kalmadı ama hepsi baraj altında kalan siyasi partiler gibi boşuna verilmiş çabalar olarak kaldı. O sıkıntılı saatleri atlatınca herşey kendi özüne dönüyor hayatımda. Neşemi, sevincimi, heyecanımı kaldığım yerden yaşıyorum. Günlük rutin işlerimi fevkalade yapabilir seviyede oluyorum. Bir bakmışım gün içinde neler neler yapmışım.

Bu sıkıntının tek nedeni kahvaltıdır. Kahvaltı yapamıyorum abiler ablalar, bir yardım bana 🙁

Kulak Çanlaması

Rivayetlere göre kulağımız çın çın ettiğinde birileri bizden söz ediyor. Bu rivayet doğru mudur bilinmez ama eğer doğruysa vay benim halime. Günde çok fazla çınlayan kulağım insanların benden çok fazla bahsettiğine işaret ediyor bu rivayet doğrultusunda.

İyi mi yoksa kötü mü bahsettiklerini bilmiyorum elbette. Eğer iyiyse güzel bir iz bırakmışım insanlarda. Yok kötüyse yine vay halime hem de çok derinlerden.

Yalnız bunun için kendimce çözüm bulmaya adıyorum kendimi. Geliştireceğim makine ile insanların benden iyi mi yoksa kötü mü bahsettiklerini göreceğiz. Hatta rivayetin doğru mu yoksa yanlış mı olduğunu görmüş olacağız.

Gelgelelim buna neden ihtiyaç var? Sadece merak. Aslında yazının ana fikri merakın çok da iyi bir şey olmadığıdır.

Duman ile İletişimden İnternete

Eskiden, bayağı bir eskiden, ben falan daha doğmamışım… O zamanlar böyle MSN, Facebook, SMS desen sövüyor zannedip pişirip yedikleri zamanlarda duman dediğimiz çok akıllıca ve romantik bir iletişim şekli vardı. Şimdilerde sevgililer MSN’e girince çağrı ya da SMS atarken o günlerde sadece duman vardı.

Mesela karşı köyün yakışıklı çocuğu aklından sevgilisini geçirdiği zaman yakıyordu bir ateş veriyordu coşkuyu. Bunu gören diğer köyün kızı da bu coşkuya karşılık veriyordu yine. Adamlar o zamanın teknolojisiyle dumandan “smile” yapıp gönderiyorlardı. Biz gözümüz kapalı klavye yardımıyla yazdıklarımızla övünürken elin çocuğu neler yapıyordu.

Bizim kendimizi matah zennetmemiz nargile dumanı ile çıkardığımız yuvarlaktan anlaşılıyor. Zaten yuvarlaktan öte gittiğimiz de söylenemez. Bu güne kadar kare, kalp şekillerini geçtim yuvarlak bile çıkartamayan ben; amuda kalkarak klavye tuşlarına gözüm kapalı basmayı marifet sayıyorum işte. Halbuki onunla kıyaslanacak olsa saniyede 6890 kelime SMS yazan ergenlerimiz var.

Demek istediğim tekonoloji nerden nereye geldi. Dumandı, güvercindi, mektuptu, telefondu derken internet ve yan mamülleri girdi hayatımıza. Bu hiç iyi olmadı hem de.