Eh, Biraz da Askerlik Anıları

Bildiğiniz üzere Aralık 2011 celbinde kısa dönem olarak vatani görevimi yaptım ve bir kaç hafta önce de geldim (17 mayıs).  Gitmeden önce her kafadan bir ses çıkıyordu. Kimisi zor olacağını kimisi de rahat olacağını iddia ediyordu. Yedek subaylık sınavı için kıçımın donduğu bir soğukta İzmir Gaziemir’de bulundum. Dedim kendi kendime buralar böyle ise Hakkari Çukurca nasıldır kim bilir? Çukurca’yı düşünme sebebim de şansımın bu tür konularda hep en kötüyü zorlamasıydı. 10 Aralık gecesi o herkesteki bekleyiş bende de başladı. Ailecek bilgisayarın başındayız sanki ilk defa görüyormuşuz gibi. Tabi birkaç hafta öncesinden başlayan dua turlarını da unutmamak lazım.

Saati geldi ve ekranda Küçükyalı/İstanbul yazdı. Tamam zaten askerlik o anda bitti. Tabi ki öyle değil askerlik başlamıştı, hemen hazırlıklar tamamlandı, bilet alındı ve evet gidiş vakti. Daha önce de İstanbul’a defalarca gitmiştim ama bu kez farklıydı. Evet sevgili dişican ve kişican kardeşlerim, o ayrılış anı öyle koyuyor ki insana… Benim gibi anne babanızdan daha önce hiç ayrılmadıysanız daha da derinlerde hissedilebiliyor. Gözyaşları, sarılmalar derken kendimi İstanbul’da buldum zaten.

Gitmeden önce arkadaşlarım tavsiye etmişti, erkenden gidip teslim olma diye. Bu altın kural can kurtardı, iyi ki akşam gidip teslim olmuşum. Kışlaya girince hala bir şeyler hissetmedim ama nizamiyeden tabura götürmek için bindiğimiz otobüste işler değişti. Yapılan işlemler, kayıtlar derken dedim ki saat on iki olmuştur ama bir de baktım ki daha 19:00. Geçmemişti vakit hiç. Bu arada saate de efsane model Casio F91’den bakmanın verdiği heyecan vardı. O saate her baktığımda ayrı bir heyecan yaşıyordum, tabi ki yalan. İşlemler tam bitmese de bir yastık göstermişlerdi nihayet ilerleyen saatlerde yatmamız için. Kafayı yastığa koyduğumda ise boğazda düğümlenen birşey vardı. Bunun ismini hala koyabilmiş değilim.

Sabah kargaların bokunu yemesini bir kenara bıraktım daha imam aklından namazı bile geçirmezken kaldırdılar kahvaltı için. Evde kahvaltı yapmakta hiç huyum değildi. Yaptık dörtlüyü, başımızdaki çavuş ile yemek sırasına geçtik. Askerlikte hiç unutmayacağım anlardan birisi, bu sıradayken ankesöre gitmem ve haberleri olmayan anne babamı ilk merhabayı demekti. Hiç böyle olmamıştı bana ama sesim titriyordu, konuşamıyordum. Bu özlemdi arkadaşlar veya duyulan endişeydi, yaşımız ilerlemesine rağmen gidip sığındığım anne babam yoktu yanımda.

Günler böyle birbirini kovaladı, yemin töreni, evci izni derken ustalık başladı. Acemiyken çok değerli olan ankesörlü telefonlara bakan yoktu tabi artık. Sanki beni beklemiş 30 yıldır İstanbul’daki kar. Her sabah her yer bembeyaz… Açıkcası usta askerken şunu yaptım, bunu yaptım diyecek çok birşeyim yok çünkü yazıhanede görevliydim, gün boyu bilgisayar başındaydım yani. Ama aklıma gelirse kısa anılarımı yazarım ileride.

Sonra baktık ki geçmez dediğimiz günler geçti, bahar geldi çiçek açtı torun geldi ama dede daha kaçamadı. Asker jargonuna da kendimi çok kaptırmıştım. “Ne ford ne focus atarsa ondokuz” dediğimi dün gibi hatırlarım 😛 Son günler zaten oldukça eğlenceli geçmişti. Son on gün askerlerin şafak tekerlemeleri ile saymıştık:

  1. Ne atlet ne don sadece on
  2. Atarsa dokuz haftaya yokuz
  3. Şafak sekiz biz gönülden severiz
  4. Ne kola ne fanta sadece yedi gün
  5. Şafak altı haftaya evde kahvaltı
  6. Ne BKC(biksi) ne keleş atarsa beş
  7. Ne sevgili ne flört sadece dört
  8. Ne g3 ne mg3 atarsa üç
  9. Bir gün gelecek bir gün kalacak
  10. Şafak doğan güneş

Bu günler de bitti ve 341. dönem askerleri terhise gittiğinde nasıl koyduysa 345’e de öyle koydu ve biz de gittik. Askerlik ise insana çok şeyi öğretiyor, herşeyin kıymetini anlatıyor. Mesela halıya basmayı bile özeleyebiliyorsunuz. Haklı olarak bize kızan anne babamıza atarlanmayı marifet sayarken elin tanımadığımız adamının haksız fırçalarına emredersiniz deyip yoluna devam etmek insanı bir muhasebe yapmaya itiyor. Arkadaşlar kıymetleniyor, önemsemediğiniz ama sizi önemseyen insanların kıymetini anlıyorsunuz. Olgunlaşıyor yani insan. Kesinlikle bunlar para ile görülemeyecek şeyler.